"BÜYÜLÜ DENİZ" İSİMLİ ÇOCUK ROMANIM 8 YAŞ ÜSTÜNDEKİ TÜM HAYALPERESTLER İÇİN ARTIK KİTAPÇILARDA! :)

Gezdim, gördüm, yedim, içtim…

13 Kasım 2012

İşte bir gezi yazısının olması gereken içeriği.. Aslında yalnızca  bu başlığı atarak dahi kurtarabilirim günü :)
Yok, yazacağım dedim bir kere… Blog yazılarından ayrı kalmak üzüyor beni. Günlük alışkanlığım gibi oldu. Ama her yazdığım yazıya hem içerik hem fotoğraflar açısından epey zaman harcıyorum. Bu da bana bir hayli fazla bir mesai zamanına mal oluyor :)
Gelelim gezdim gördüm kısmına. 
Baltık denizinin iç tarafında yer alan sessiz ve güzel Riga’dayız. Daha önceki yazımda da belirtmiş olduğum gibi, bu benim Riga’ya ikinci gelişim.
İlk ziyaretimi bundan 4 yıl önce, 6 aylık hamileyken yapmıştım. Bu ziyaretimde,  6 aylık hamileyken bulunduğum kilomu tüm zarafetimle koruduğumu fark ettiğim anda çok bozuldum tahmin edeceğiniz gibi… Ama bu acı gerçeğin, gastronomik keşif dürtülerimi bir nebze dahi azaltmadığını okumak bazılarınızı rahatlatacaktır :)  
Riga’nın merkezinde yer alan “Eski Şehir” (Old Town) birçok Avrupa kentinde olduğu gibi, takdire şayan bir şekilde korunmuş. Adeta bir oyuncak şehri andıran binalarının detayları dantelin taşta işlenmiş hali gibi.
       
Daracık sokakların sonunda zaman zaman kendinizi bir Ortaçağ sahnesine çıkacakmışsınız gibi hissettiren bir havası var şehrin. 
Şehir yerleşimiyle ilgili bana en ilginç gelen şeylerden biri de neredeyse her köşebaşında bir boş arsa olmasıydı. Yok, kendime emlak piyasası araştırması yapmıyorum :)  Ama her evin böyle iç içe ve her metrekarenin çok değerli olduğu bir yerde düzenli aralıklarla boş bırakılan ve şu an otopark olarak kullanılan arsalar olması dikkatimi çekti. Meğer bu gelecekte arabaların çok fazla olabileceği öngörüsüne sahip müthiş bir belediyecilik dehası değil, şehrin acı bir gerçeğinin yansımasıymış. 
Bu güzel ve sessiz kent Riga, ne yazık ki tarih boyu çok fazla savaş görmüş. Haçlılar, İsveç, Polonya, Almanya ve Rusya orduları buradan her geçişlerinde büyük zararlar vermiş. Hemen her köşebaşında boş arazi bırakılması da sokak savunmasını kolaylaştırmak için siper alanı olarak kullanılmasından gelirmiş.

 Her yer yemyeşil

riga
Old Town’un bulunduğu çemberin biraz dışına çıkmaya başladıkça daha modernleşen yapılar yemyeşil ve alabildiğine büyük parklarla çevrili. Hergün böyle bir manzaranın içinden geçerek işe gittiğinizi düşünsenize? :)
Zaten her yerde doğal olarak çıkan ağaçlar şehir düzenlemesine de çok güzel yansıtılmış. Şehrin az insan ve az ses özelliği de bu doğal güzelliklere eklenince, gerçekten tası tarağı satıp burada mı yaşasam diye düşünüyor insan :) Ama tasınızı satılığa çıkarmadan önce şunu da bilmelisiniz: burada yılda en fazla 70 gün güneşli oluyor :P

Jurmala

Jurmala
Hem Letonya’nın hem Rusya’nın en popüler tatil mekanlarından biri olan Jurmala kasabası kilometrelerce uzunlukta altın kuma sahip. Yazın burası elbette çok kalabalık oluyormuş. Ama biz gittiğimizde yalnızca kargalar, kargaları besleyen teyze ve biz vardık. Buraya trenle gidebilirsiniz. Riga merkezden 25 dakika sürüyor. Yabancı yerleri ziyaret ettiğimde mutlaka toplu taşıma araçlarını kullanmayı seviyorum. Hem daha ekonomik oluyor, hem de orada yaşayan insanları daha güzel gözlemleme imkanı sağlıyor. 

Yedim içtim…

Ama ne yedim! :)) Hiç utanmadım, Türkiye’ye dönüşte nur topu gibi bir mide virüsü edinip biraz sürünsem de her yeni gördüğümü yedim :)
Bu memleket yeme içme mekanları açısından çok zengin. Daha önce de dediğim gibi, Sovyetlerden koptuktan sonra Avrupa kültürünün en güzel yanlarını almış. Leton mutfağına ait özel birkaç restoran olsa da, birbirinden şık tasarımları ve havalı sunumlarıyla her iki adımda bir görebileceğiniz cafe’lerin büyük bölümü İtalyan mutfağından yemekler sunuyor. Damak zevkimize bir hayli uygun. Şaraplar ise İtalyan ve Fransız bağlarından gelme. Yerel şaraplarını çok kötülüyorlar. Onun yerine farklı tatlarda oldukça güzel bira markaları var denemek isteyebileceğiniz. 
Restoran fiyatları da o kadar havalı sunumlarına rağmen Türkiye’ye kıyasla oldukça makul. Letonya gelir düzeyi çok zengin bir ülke olmamakla birlikte, dışarıda yemek yemek onlar için bir lüks gibi görünmüyor. Bu nedenle de hem çok sayıda güzel restoran var hem de güzel fiyatlar var :) Düşük bütçeli seyahat edeceklere cafe- restoranların havasından fazla korkmamasını tavsiye ederim. 
hadi ben kaçtım. iş çok dikiş yok :( Yazının devamını da yarın yazarım artık. 
Sonraki yazı: Riga’da Blues bar ve kumaşçılar :)

Hiç yorum yok

Burada yayımlanan yazı ve görsellerin tüm hakları İrem Sunar Özat'a aittir. İzinsiz yayımlanamaz. Blogger tarafından desteklenmektedir.