Yok, bitirmedim… Bu kadar güzel fotoğrafım varken tek bir yazıyla bitiremedim Riga izlenimlerimi.
Hangi şehre gidersem gideyim, ister Urfa olsun isterse Roma, önce şehrin sokaklarında gezmeyi severim ben. Amaçsızca, sadece öylesine gezmekten bahsediyorum. Sokakları, halkın alışveriş yaptığı marketleri, pazar yerlerini, binaları, toplu taşıma sistemlerini izlemeyi seviyorum.
Güzel ve sessiz kent Riga da bu konudaki merakımı gidermek için tüm çeyizlerini gururla yaymıştı etrafına.
Sokaklar
Merkezi bir oyuncak şehri andıran Riga’nın çevresindeki binalar da bir o kadar büyüleyiciydi benim için. Bunların içinde ise kuşkusuz en ünlü olanları 20. yüzyılın başında tüm Avrupa’yı sarmış olan Art Nuveau akımından etkilenerek tasarlanmış fantastik binalardı.
İşte bir fantastik edebiyat düşkününe kendisini yuvasında hissettiren detaylar :) :
Soytarının tepesindeki baykuş…
Ejderhalarca korunan giriş kapısı :)
Herkese tepeden bakan kadınlar…
Balkonu sırtlanmış adamlar…
Ve elbette, Riga’nın sembollerinden biri olan Damdaki Kedi…
Umarım bu fotoğrafları görüp de gezme heyecanı duyan herkes bir gün buraya gelmek için kendisine bir fırsat yaratır.
Bunlar bulutlu günlerde çekilmiş şehir fotoğrafları. Cafe-restoran işletmeciliğinde oldukça hareketli olan Riga’nın gece hayatı da bir o kadar canlı.
Yani… öyle diyorlar… :) Çünkü önceki hayatlarımda kaz karmasından geldiğim şüphesini şiddetle uyandıran tavuksu yapım vardır benim. Güneş battıktan kısa süre sonra uyuklamaya başlar, sabahın ilk ışıklarında da zımba gibi olurum :)
Ama Riga’da bir geceyi saat 10’dan sonra bile ayakta kalarak geçirebildim. İnanır mısınız, balkabağına da dönüşmedim! İşte o güzel gecenin sebebi, Riga’ın yerlilerinden methini duyarak arayıp bulduğumuz Blues Club.
Riga Blues Club
Önceden rezervasyon yaptırıp gitmemizin hiçbir anlamının olmadığı, ayaküstü, rahat, turisti az, küçük, temiz bir kulüpteyiz. Meraklısı adresine buradan ulaşabilir: http://www.bluesclub.lv
Kulübün duvarlarını oraya gelen dünyaca ünlü (ya da ünsüz… karanlıktan seçilmiyor pek :P ) jazz ve blues sanatçılarının fotoğrafları süslüyor. Önceki yazımda da dediğim gibi, Letonya halkı, fakirliği ve yokluğu yakın tarihine kadar hatırladığı için tüm yeni zenginliğine rağmen rahat ve samimi bana göre. Bu kulübün ortamı da farklı değildi.
Gece 2 grup sahne aldı. İlki, benim gözüme en fazla 15 yaşında görünen, dışarı çıkarken “dur oğlum terlisin, atletini değiştirelim de üşütme” deme isteği uyandıran pırıl pırıl yüzlü çocuklardan oluşuyordu. Kızlı erkekli bu grubun solisti şarkı söylemeye başladığında ise masamızdan düşüyorduk az daha. Bu kadar güçlü, bu kadar berrak bir sesi canlı olarak en son ne zaman dinlediğimi hatırlayamıyorum.
İkinci ve esas grup sahne aldığında ise ortam daha da bir canlandı. Riga’da çok sevilen bir grupmuş meğer. Yalnız, bir ara sahneden inip masaları dolaşmaya başladılar. Biz de endişeyle etrafımıza baktık. Acaba bizdeki saz heyeti mantığıyla mı masa geziyorlar, para mı vereceğiz diye… Endişeye mahal yok, vermiyormuşuz :P
Riga’nın her yerinde hakim olan lezzetli yemek servisi burası için de geçerli arkadaşlar. Ismarladığımız en basit yiyecekler bile son derece lezizdi.
Hadi bakalım, sokak-bar faslını bitirelim. Birçoğunuzun kumaşçı yazısı beklediğini biliyorum. Ama fark ettiğiniz üzere ben de lafı oraya bir türlü getiremiyorum. Çünkü bu konuda söylenecek çok heyecanlı birşey yok.
Riga’da Kumaşçılar
(Turist Terzi: Benim bu, elinde valiz, gözünde gözlük, saçında makas…)
Yeni bir şehre gittiğimde kumaşçı ziyaret etme geleneğini başlatalı çok az oldu. Ama şu ana kadar çok başarılı sonuçlar aldığımı söylemeliyim :P Daha önceki “Paris Kumaşçılarını Ziyaret” ve “Adana’da bir Milanolu” yazılarımı hatırlayanlar, Riga ile ilgili kumaşçı yazımı da merakla beklediklerini yazmışlardı.
Bu küçük Avrupa kentinde neredeyse her gittiğim yerde bir kumaşçı vardı. Aslına bakarsanız bu sefer gerçekten de kumaşçı arayacak vaktim yoktu. Ama kan çekiyor galiba, her yerde karşıma çıktılar :)
Kumaşçıların düzenleri her yerde değişik oluyor. Burada da tüm kumaşçılar kumaşları eşarp gibi sergiliyordu.
Burda isimli bir mağaza vardı ki, en eğlencelileri oydu. Yalnızca kumaş değil, dikiş ve örgüyle ilgili herşeyin satıldığı, hatta dikiş makinesi bakımının bile yapıldığı çok detaylı bu yere bayıldım.
Kumaş kalitesi de çoğunlukla çok yüksekti. Ancak yerli üretim ya da yerli desenlere sahip bir kumaş bulamadım. Elimi neye atsam İtalyan ipeği, İtalyan krepi vs. çıktı. Fiyatlar da tabii epey pahalıydı. Bazılarına içim gitse de, bunlara para vereceğime Adana’ya bir bilet alırım, Milanolu İshak Bey’den toplar gelirim dedim. Hem ben çok ağlayınca daha fazla kumaş veriyor o :P
Riga izlenimleri bu kadar. Benden yazması, sizden gezmesi :) Herkese keyifli günler, bol güneşlerrrr….
Hiç yorum yok